Doğal bir varlık olarak “insan” toplayıcıdır… Doğduğu andan itibaren toplamaya başlar ve bu toplama, hayat boyu devam eder. Toplananların göründüğü yer ise bedendir ve tabii ki yüzdür. Bedenin sürdürdüğü hayat, bizzat bir tarih yazısı olarak yine beden tarafından, bedenin kendisinde kayıt altına alınır. Aracısız, doğrudan…
Hiçbir şey bu toplamanın dışında kalmaz, bir başka deyişle muaf değildir.
Ve ilginçtir ki beden bütün topladıklarını dolaysız, doğrudan “ten”de dışa vurur. İnsanın yüzü -bir bakışla- “ten”idir.
Ve yine insan, kendi tarihini biriktirdiği teninin en saf ve temiz halini -doğanın bahşettiğinden üretilen- “ipek” ile özdeşleştirir… İpek “Ten”.
Yumuşaklığın, pürüzsüzlüğün ve en önemlisi “zamansız”lığın karşılığı olarak teni, ipekle ifade etmek, edebilmek…
Neden İpek?
Bu sorunun cevabı, aslında insanın varolduğundan beri peşinde koştuğu olgulardan birinde saklıdır. “Zamansız olmak”
Zamansızlık… ya da bir başka deyişle “zamanı silmek”.
Zamansız olmak mümkün mü? Zaman silinebilir mi?.. Farklı coğrafyaların kültürleri bunun için çok çaba harcamışlardı ve harcamaya devam ediyorlar. Özellikle zamanın ten de biriktirdiklerini silmek için… (Kimisi zamanı, kimisi de zamanın yarattığı anlamı silmenin peşinde koşuyor.)
İnsanın bu beyhude zamansızlık çabaları içinde yolunun kesiştiği ipek; “zamansız bir zaman”a sahiptir. O nedenledir ki; doğanın insana bir armağanı olan ipek liflerinin mikron mikron inceliklerinden dokunan yüzey, insan teninin yaş almadığı doğum sonrası zamanlarla özdeşleşir.
İpek’le yaşamak, bir anlamda ipeğin zamansızlığı ile sarılmak, sarmalanmak anlamına gelir… Zamansız bir yüzey, zamanın en küçük birimi “an”ların ne kadar değerli olduğunu bize her dokunuşta hissettirebilir.
İpek ile sarılmak; ipek gibi bir ten hissi ile yaşamaktır…